Friday, September 28, 2007

dt + symphony x

Son albümleri Paradise Lost ile simdiye kadarki en iyi albümlerini cikaran Symphony X, Dream Theater'in öngrubu olarak Avrupa turnesine katiliyor.

Bu turnenin Frankfurt ayagi, benim Türkiye'ye gittigimin aksamina denk geliyor, yani 8 ekim. Tam sinavlar bitmisken, okul da daha baslamamis olacakken bu reasonably priced konseri kacirmamin tek tesellisi ailemle birlikte olacak olmam.

Damn!

Tuesday, September 25, 2007

türkiye

Türkiye'ye gidecegim insallah 12 gün sonra. Bu aralar cok mesgul oldugum icin midir nedir, pek heyecan yapmadim bu sefer. Normalde hep 1 ay öncesinden gün saymaya baslardim. Simdi daha hala bir sinavim var girmem gereken. O kadar zor bir sinav degil ama calismam lazim iste. O sinavdan sonra bitiyor sonunda iskence, haftasonu da istanbul'a ucuyorum. 6 ay olmus lan, gecen gidisimden bu yana. Zaman cok cabuk geciyor hakikaten.

Gitmeden önce yapmam gereken isler var her zamanki gibi. Onlari halletmem gerek daha.

Bu sefer laptop'u götürmeyecegim yanimda, nete filan girmeyecegim mümkün oldugunca, olabildigince cok gezecegim, cok arkadasimla görüsecegim. Tatile gidecegim, ki hak ettigime inaniyorum, belki bir road trip yapacagim. Sinemaya, tiyatroya, oraya-buraya, belki bienale gidecegim, Almanya'da hakkiyla yapamadigim seyleri yapacagim.

Hadi bakalim.

Flags of Our Fathers

Flags of Our Fathers, Clint Eastwood'un son iki filminden biri. Digeriyse bu blogda daha önce bahsettigim Letters From Iwo Jima. Iki film ayni tarihte, ayni mekanda geciyor. Ikisi de Ikinci Dünya Savasi'nin son günlerinde, Japonya'nin Iwo Jima adasinda geciyor. Biri Amerikali bir grup askerin hikayelerini anlatiyor, digeri de Japon askerlerden bir grubun hikayelerini.

Clint Eastwood'a "Film Akademisi'ne yag cekiyor, onlarin begenecegi tipten filmler yapip duruyor, oscar ödülü almak icin film ceviriyor" deniyor. Dogru olabilir, Million Dollar Baby "oscar alayim" diye cekilmis de olabilir. Ama yigidi öldürüp hakkini vermek lazim, Flags.. ve Letters.., savasin insani olmayan yönünü, farkli hikayelerden yola cikarak cok iyi anlatiyor. Herhangi bir savas/aksiyon filmi degil ikisi de. Yani patlasin bombalar, kopsun kollar, bacaklar, kahraman amerikan askeri milleti son teknoloji silahiyla parcalasin, beynini eline versin, biz de izleyip siddet icgüdümüzü tetikleyelim diye film izleyenlerin hosuna gitmeyecek filmler.

Ama, savasin neden "kötü" oldugunu, insanlarin hayatlarini nasil etkiledigini; savasi siyasilerin nasil kullandigini, kendi cikarlari icin askerlere neler yaptirabildiklerini; kendisinin melek; karsidakinin, digerinin öcü/seytan oldugunu "insan" faktörünü hep önde tutarak cok güzel aktariyor.

Ikisini cok fazla bir ara vermeden izlemek lazim, öyle daha etkili olacagi kanisindayim.

Friday, September 21, 2007

filmekimi

Bu seneki Filmekimi'nin programi belli olmus, biletler de 6 ekim'de satisa cikiyormus yine biletix üzerinden.

Izlemeyi istedigim filmler sunlar :

- Persepolis IMDb
- Irina Palm IMDb
- 4 Ay, 3 Hafta ve 2 Gün IMDb
- Paris'te 2 Gün IMDb
- Kelebek ve Dalgic Giysisi IMDb
- Nefes IMDb
- Kirmizi Balonun Yolculugu IMDb
- Paranoid Park IMDb
- Abim Evin Tek Cocugu IMDb

Umarim hepsine gidebilirim.

oha

amazon.de'de usb hub ararken sunu buldum, oha filan oldum. (bu arada, hala böyle konusan insan evladi kaldi mi türkiye'de?)

Google aramamizin sonucunda "assmann" icin yaklasik 2200000 sonuc buldu. Ilk bes sonuctan dördü ciddi firmalara ait. Yalniz sormak istiyorum, kim Amerika'da "Assmann" diye firma kurar? Belli bir firma türü icin böyle bir isim uygun olabilir ama bir elektronik parca üreticisi icin niye konsun? Diyelim ki bu firmayi kuran adamin anneannesi zamaninda Almanya'dan kacip Amerika'ya yerlesenlerden olsun, ismini niye Assmann olarak birakmis ki? Ilkokulda arkadaslari her gün dalga gecmemisler mi? vs, vs..

Iste bu ve bunun gibi sorulardir beni geceleri uyutmayan.

Wednesday, September 19, 2007

futbol

zamaninda uludagsözlük.com'a su yaziyi yazmisim.

" öncelikle bir spor türü. ama bundan daha fazlasi var futbolda.

Futbol bir sektör olmus, finansal yönü cok büyük. Kitleleri arkasindan sürüklemis, sürüklemeye devam ediyor, su siralar oynanan dünya kupasi bunun en iyi örnegi. Milyonlarca, belki milyardan fazla insan takip ediyor bu etkinligi.

22 adam, 2 kale ve sadece 1 top. Ben acikcasi, ne futbol oynayabilirim, ne de izlemesinden zevk alirim. Tartismasini hic sevmem, kim kazanmis, kim gol atmis, kim sampiyon olmus hic umrumda da degildir.

Günümüzde, Türkiye'den bahsediyorum, futbolu sadece bir oyun olarak gören insan az.

Devlet eliyle üzerinden bahis ve sans oyunlari oynaniyor, olan milletin parasina oluyor. Eger aranizda kazanci kaybindan cok olan iddaaci varsa elinden öper, basima koyarim. Ama tahmin etmiyorum. Normalde 18 yas siniri olan bu bahis oyunlarini 10 yasindaki cocuk dahi oynuyor, oynatiliyor veya. Kimsenin taktigi yok yas sinirini. Lise ve ortaokul cagindaki cocuk, futboldan baskasinin kaybettigi parayi kazanmanin derdine düsüyor, okulda kupon dolduruyor. Bayiler alacaklari komisyonu düsünüyorlar sadece, devletin umrunda degil kimden geldigi bahsin vergisinin. 18 yasindan büyükler icin de büyük bir bagimlilik oluyor, internetten ve iddaa üzerinden oynanan bahislerin toplam hacmini bilmiyorum, ama o bahislerde kaybettikleri parayla cocuguna yaz icin bisiklet alabilecek ya da esine belki kücük de olsa bir hediye, hatta en azindan disarida bir yemek alabilecek adamlar var. Bir kac milyonda bir ihtimal büyük bir para kazanmak bu isten. Kaybetmekse cok kolay, her gün kim bilir kac kisi kaybediyor.

Transfer diye bir sey var bir de. O kadar büyük paralar dönüyor ki, sadece vergileriyle kücük bir ülke kalkinir. Takimlar oyuncularini degistiriyor, disaridan oyuncu satin aliyorlar, cogu zaman vergiden kaciriyorlar. Devleti zarara ugratiyorlar dolayli olarak. Devletin parasi da milletin oldugu icin, yine milleti kaziklamis oluyorlar. Ama futbolcular, altlarinda Ferrari ile BMW'nin son modelleriyle geziyor, pahali gece kulüplerinde bir gecede milyarlarca TL yiyorlar. Futbol kulüpleri de kazaniyor bu transferlerden, yöneticiler ve onlarin yagcilari-yaverleri isin kaymagini yiyor. Katlar, yatlar aliniyor, yurtdisindan bir teknik direktör ya da baska birisi geliyor, bogazdaki en güzel yalida oturuyor, cocugunu bizim ülkemizin en iyi okuluna gönderiyor.

Medya da cok büyük rol oynuyor bu sektörde. Sadece futbol icerikli yerel ve ulusal bir sürü gazete vs. var. Spor haberlerinin yüzde 90'i futbolla ilgili. Spor denince akla ilk futbol geliyor. Büyük medya patronlari da futbol yöneticileriyle yakin iliskiler icerisinde. Hepsi pastadan payini aliyor. Suni gündem olusturmakta futbol birinci kaynak, her zaman ise yariyor. Dünyanin en önemli meseleleri dahi futbol haberlerinin gölgesinde kalabiliyor bir zaman sonra. Küresel isinma, Amerika, Cin ve Hindistan'in büyümesi, ekonomik durumumuz ve bunun gibi bir sürü baska dert varken, Fenerbahce-Galatasaray derbisi haftalarca gündemi isgal edebiliyor.

Sonucta olan sade vatandasa oluyor. Insanlar birbirine düsman oluyor alt tarafi bir mac icin, birbirlerini bicakliyor, dogruyorlar, hatta vuruyorlar. Vatandasin en cok konustugu konu futbol. Bilmem kac yil önceki mac, kupa vs. hala konusulmaya devam ediyor. Insanlar bu tip seyler yüzünden, takimina destek vermeyi unutup rakibini sanki ingiliz ajaniymis gibi görüyor, öyle davraniyor kendi kanindan insanina. Fanatizm tirmaniyor, insanlar derbi zamani disari cikmaya korkar oluyor, sevincini dahi silahla kutlayan magandalar yüzünden. Bazilari o kadar fanatik olmus ki, sagligini kaybediyor futbol yüzünden. Mac izlerken kalbi tekliyor. Ruh ve akil sagliginin bozulmasinda belki bir etken de takiminin sampiyonlugu kaybetmesi.

Belki biraz abarttim, sonucta isin bilimsel bir arastirmasini yapmadim. Ama genel hatlariyla bunlar dogru. Balinalar her zaman oldugu gibi büyümeye devam ediyorlar, olan vatandasa oluyor. Futbol bir oyun, öyle kalmali, öyle görülmeli. Her sey, sevinc de üzüntü de, tadinda birakilmali, baskasina veya kendine maddi veya manevi bir zarar vermesine izin verilmemeli hic bir zaman.

(19.06.2006 22:26 ~ 22:27) "
entry no #359250

firefox addons

Firefox güzel bir browser. Biraz fazla RAM yese de sorun degil, olumlu yönleriyle gideriyor o olumsuzlugu.

Firefox'un cok kullanisli add-onlari var.

Benim kullandiklarimsa söyle ;

1. FoxyTunes : Media Player'inizi firefox'tan kontrol etmeye yariyor, Winamp olsun WMP filan olsun yaygin kullanilanlarin hepsini destekliyor.

2. IE Tab : Firefox desteklemeyen ya da firefox'ta iyi calismayan siteleri/app'leri Internet Explorer'la render ediyor. Böylece IE'yi acmaniza gerek kalmiyor.

3. Adblock Plus : Reklam ve javascript'le, flasla filan seyleri engelleme sitesi. Download edilebilen hazir filtreler var, üstüne sik girdiginiz sitelerde istemediginiz seyleri bloklayip rahat ediyorsunuz.

4. DownThemAll : Bir sitede örnegin 50 tane pdf dosyasi var indirmeniz gereken. Sitede bos bir yere sag tiklayip down them all! diyorsunuz ve cikan menüden seciyorsunuz indirmek istediginiz dosyalari ya da pdf olanlari indir diyorsunuz ve istediginiz yeri seciyorsunuz indirmek icin. DownThemAll gerisini hallediyor.

5. Greasemonkey : Script editörü gibi bir sey. Ben cok kullanmasam da kullanisli bir alet. Bir siteye script ekleyebiliyorsunuz o sitede o özellik olmasa bile. Mesela bir sitede belli bir yerde cikan sacma seyleri engelleyebiliyorsunuz ya da özellestirebiliyorsunuz.

Monday, September 17, 2007

Epica - The Divine Conspiracy

Epica'nin yeni albümü The Divine Conspiracy, önceki hafta Avrupa'da cikti. Bence konsepti ve hikayeyi öne cikarmak icin "hit sarki cikaralim" havasindan vazgecmisler. Zaten mainstream'e dogru degil tam tersi underground'a kayiyor müzik tarzlari. Önceki albümleri Consign To Oblivion'a göre daha sert, daha cok bögürmeli bir albüm olmus. Simone da vokallerini daha cesitli kullanmis.

Epica, ilk albümleri The Phantom Agony ile gotik metal olarak siniflandirilip Nightwish'e filan bile benzetiliyordu. Nightwish'i gotik metal olarak kabul edenler de Epica'da beklediklerini bulamadilar. Sadece clean vokalli sarkilarini tercih edenler bu gruba dahiller, ki bu yeni albümü de hic begenmeyeceklerdir.

Süperötesi bir albüm olmasa da güzel olmus, ama biraz alismak gerekiyor. Asil bekledigim albüm Arch Enemy'nin Rise Of The Tyrant'i. O da haftaya cikacak.

Sunday, September 16, 2007

Eurobasket 2007

Bu seneki Avrupa Basketbol Sampiyonasi'nin finali az önce bitti. Rusya, Ispanya'yi 60-59 yenerek sampiyon oldu.

Rusya'nin guardi Amerikali - ki ismini bile degistirmemis, insan bi Dostoyevski, Kristofski gibi skili bi isim alir - JR Holden, kocu da Amerikali Blatt ve bu takimla sampiyonayi kazandilar. Oha diyorum.

Ama herifler son saniyeye kadar süper calistilar, turnuvanin her macini ciddiye alip adam gibi oynadilar.

Ispanyollar da nasilsa evimizdeyiz, Calderon'umuz bi de üstüne Gasol ve Navarro'muz da var, daha ne olsun, laylaylom diye oynadilar turnuva boyunca. Özellikle son maclarda sürekli cirkeflik yaptilar. Oh olsun.

Tabi bizim icin iyi bir turnuva olmadi ama maclar genelde zevk verdi. (en azindan benim izleyebildigim maclar)

Wednesday, September 12, 2007

Palm Treo 500

Palm, bugün yeni Treo smartphone'u resmi olarak acikladi.

Su ve su linklerden bilgilerine ulasilabilir. Avrupa'da belli ülkelerde vodaphone tarafindan pazarlanacakmis ilk olarak.

Tuesday, September 11, 2007

tv

Weeds, takip ettigim en son dizilerden. Bayagi sonradan kesfettim bu diziyi, konusu süper üstüne üstlük Mary-Louise Parker oynuyor, daha ne olsun!

TV.com info

Weeds'in 3. sezon 5. bölümünün torrenti http://www.mininova.org/tor/881364 adresinde bulunabilir.

Tv torrentleri icin en iyi relase grup ve site : eztv

futbol, basketbol, kibir ve fatih terim

Gecenlerde Türkiye A Milli Futbol Takimi, Malta'yla Avrupa Kupasi Eleme maci yapmis. Yapmis diyorum cünkü benim haberim yoktu. Futbola zerre kadar ilgi de duymuyorum. Her neyse, konuya dönelim. Mac berabere bitmis, Malta kadar gücsüz bir takimi yenememisiz.

Fatih Terim dün su aciklamayi yapmis : "Ben bundan sonra ders almam, ders veririm."

Söyle diyor Terim :
"Mikrofonlarının, kalemlerinin arkasından konuşanlara sesleniyorum."
"Gazetecilik diye bir meslek var ama vicdansızlık diye bir meslek yok. Ben böyle bir meslek duymadım. Ben kimsenin tatmadığı zaferleri tattım. Ben ve arkadaşlarım bütün sorumluğu alacak kadar erdemliyiz. Ama sonucu ben tayin ederim. 'Artık yeni şeyler söylemek lazım can cağzım' diye bir laf vardır ya. Herkese değişmeyi söylüyorsunuz siz de değişin. Ağır eleştirilerin mesnetsiz eleştirilerin bizim katımızda bir değeri yoktur. Bütün pozitif enerjimizi oyunumuza vereceğiz. Ben bundan sonra ders almam ders veririm. Kalemimiz yok ki her dakika yazalım. Mikrofonumuz yok ki her dakika konuşalım."
"22 ay sonra kendi evinde oynayacak bir milli takımı destekleyecek seyircileri yanlış yönlendirmeyelim. Milli takımı özlemişlerdir. O çocukları bağırlarına basacaktır."

Ne bu macla ilgili bir yazi okudum gazetede, ne de bir program takip ettim tv'den. Ama bu kadar kibirli olmak kimseye iyi gelmez, bu kadar kibirli birinin calistirdigi takimin hali de n'olur bilemiyorum, umarim sonu kötü olmaz.

---

12 Dev Adam dedigimiz A Milli Basketbol Takimimiz da Avrupa Basketbol Sampiyonasi'na Italya'ya uzatmalarda yenilerek ceyrek finale bile kalamadi. Yarin Fransa'yla oynanacak formalite macindan sonra evlerine dönecekler. Maclarin hicbirini tam izleyemedim, internetten takip edebildigim kadariyla formsuzluk, motivasyon eksikligi ve en önemlisi takim olarak oynayamama büyük sorunlarimiz oldu. Tanjevic'e güveniyordum aslinda, Dünya Sampiyonasi'nda gencleri oynatmisti, iyi de olmustu bence. Ama bu turnuvada NBA'den gelenlerin bencil oyunu, hocanin takimla iletisim eksikligi/bozuklugu bizi mahvetti. Tanjevic'in yerine bir Türk antrenörle daha iyi sonuclar alinabilecegi kanaatindeyim.

Monday, September 10, 2007

lityum ion bataryalar

Bundan yaklasik on yil önce tüm tüketici elektroniklerinde hala dedelerimizin zamanindan kalma nikel-kadmium(nickel-cadmium aka ni-cd) bataryalar kullaniliyordu. Bunlarin son kullaniciya göre pek bir farkli olmayan nikel-metal-hidrid(ni-mh) cesitleri de vardi. Bu salak bataryalarin en kötü özelligi memory effect denilen batarya hafizalariydi. Batarya hafizasi, batarya tam sarj edilmemisse, yani dolu degilse, desarj ettikten sonra bir dahaki sarjda sadece o bir önceki sarj seviyesine kadar sarj oluyor.

Ayrica NiCd bataryalar cok agir ve enerji/hacim oranlari da cok düsük, yani kocaman batarya azicik enerji. Bir de bu bataryalarin geri dönüsümü zor, kendiliginden desarj olma oranlari yüksek ve hic doga dostu da degiller. NiMH'ler de nispeten hafifler ama diger özellikleri ayni.

90'larin basinda da Lithium-Ion bataryalar cikti piyasaya. Yayginlasmasi biraz zaman aldi her yeni teknolojik ürün gibi. Fakat simdi, Li-Ion bataryalar elektrikle calisan arabalarda dahi kullaniliyor.

Bu bataryalarin getirdigi avantajlar dezavantajlarina göre cok üstün. Her ne kadar üretimi NiCd'lar kadar ucuz olmasa da orta ve uzun vadede cok avantajlilar.

Öncelikle, memory effect bunlarda yok. Gayet hafifler ve bir NiCd bataryaya göre ayni hacimde 4-5 kati daha fazla enerji saklayabiliyorlar. Devredisi voltajlari, özellikle islak bataryalara göre, cok düsük, böylece kendilerinden desarj olma oranlari düsmüs oluyor.

Iki cesit Li-Ion batarya var; monomer ve polimer. Sadece Lityum-Ion denildiginde monomer anlasiliyor, diger türü Lityum-polimer diye adlandiriliyor. Lityum-Ion bataryalarin günlük hayatta kullanimi sayesinde cep telefonlari hem daha inceldiler hem de pil ömürleri artti.

Lithium-Ion bataryalarin önemli bir dezavantaji yüksek sicakliklarda tabiri caizse mayisip ömürlerini noktalayacak konuma gelebilmeleri. Bu yüzden uzun süreli kullanilmayacaksa batarya, cikarilmali. Laptop'lardaki bataryalarin fise takili olduklarinda cikarilmalarinin önerilmesi bu yüzden.

Lityum-Ion bataryalarin ömrünü uzatmak icin kesinlikle desarj olmalarini beklemeden tekrar sark etmek gerekli. Mümkün oldugunca sik sarj etmek lityum-ion bataryalarin ömrünü uzatacaktir. Eger bataryanin sarji bittikten sonra belli bir voltaj limitinin altina düserse bu tip bataryalar geri döndürülemeyecek zararlar alip ölebilirler, bu da ikinci önemli dezavantajlari. (bkz:bir bataryanin ölümü)

Sonuc : Cep telefonunuzu (bu bir mp3 player filan da olabilir) sarjinin bitmesini beklemeden tekrar sarj edin.

Sunday, September 9, 2007

The Ultimate Gift

Romantik komediler var ya, cok tutulan bir film/dizi janri. Bu janrin takipcileri ve izleyicileri de farkli gruplara ayriliyor : Hakikaten romantik olanlar(%83'ü kadin), filmden/diziden kendine hesap cikarip taktik kapmaya calisan yaratici genc erkekler ve kiz arkadasi olan erkekler. Her ne kadar arada sirada da olsa bu türden filmler izlesem de genelde pek hosuma gitmez bunlar. Mesela The OC vardi, CNBC-e'de ilk ciktiginda biraz izlemistim. Hic bir orijinalligi olmayan, tipik zengin kiz - fakir ama gururlu delikanli konulu Türk filmlerinin californialastirilmis ve makyajli haliydi.

Bir de aksiyon filmleri vardir hep cok tutulan. Ajanlar, yüksek teknoloji(cogu zaman fizik kurallarini hice sayan), hizli arabalar, güzel hatunlar, patlamalar ve sürekli bir hareket! Gercek hayatta hicbiri olmayan(en azindan benim hayatimda o kadar yok) seyler. Bu tür filmlerde bir de kavga-dövüs ve ciplaklik oldu mu yapimcilarin köseyi dönmesi kesin gibidir. Genelde milli degerleri ve/veya insanin temel icgüdülerini(kudret, sehvet, arzu, siddet vs) kullanarak prim yapar bu filmler. Bu tür filmleri artik hic izlemiyorum.

Bilim-kurgu ayri bir türdür. Genelde klise dolu, fizik ötesi varliklarin(bkz:uzaylilar) ve fizik kurallarini asan seylerin oldugu, artik neredeyse tamami bilgisayarla yapilan filmlerdir. Hedef kitlesi geek'lerdir, bunlarin da %99,9'u erkektir. Yani türün sadece fanlari tarafindan izlenirler, IMDb notu 6'nin altinda olmadikca severek izledigim türdür bir bilim-kurgu fani olarak.

Konu iyice dagiliyor, sadede gelelim. Benim en sevdigim film janri dramadir. Dün gece bu türün süper bir örnegini izledim. Konu aslinda biraz klise ama Abigail Breslin'in oyunculugu ve ekrana yansittigi duygu yogunluguyla filmde kendinizi kaybediyorsunuz. Kendinizi bulmuyorsunuz, hayir, kaybediyorsunuz resmen. Bu filmi izlerken dikkat dagitacak seyler olmamali yalniz, sadece filme konsantre olursaniz daha iyi olur gibime geliyor.

Konu söyle; hiper-zengin büyükbabanin simarik torunu Jason Stevens, büyükbabasinin öldükten sonra bir dizi hediye biraktigi tek kisidir ailede. Fakat bu hediyeleri alabilmesi icin yapmasi gereken isler onu beklemektedir. Jason bir an önce yüklü miktardaki cekini alabilmek icin disini sikip isleri yapmaya karar verir. Halbuki Jason'i bu yolculukta bir kac sürpriz beklemektedir, isler sirasinda Emily ve annesiyle tanisir ve olaylar gelisir...

Emily'yi Little Miss Sunshine'dan taninan Abigail Breslin oynuyor. Simdiye kadar izledigim en iyi cocuk oyuncu oldugunu söylemeliyim. Rolünün hakkini fazlasiyla veriyor. Bu film de sirf onun oyunculugu icin izlenebilir, üstelik hikaye de gayet iyi. Herkese tavsiye..

The Ultimate Gift @ IMDb

Saturday, September 8, 2007

Arsivlemeye veya uzun vadeli kullanima uygunluk acisindan DVD+R ile DVD-R’in farki -bölüm 1

...

Bir CD/DVD yazici diskte nerede kaldigini kaydetmek/ bulmak icin üc yol birden kullanir. Ilk olarak, diskteki veri izinin(data track) nerede sabit cizgisinden cikip ileri geri titredigini(bkz:osiloskop, sinus egrisi vs.) bulur yazim isleminin nerede kaldigini hesaplamak icin. Ikincil olarak veri izinin disk üzerindeki konumundan diskin neresinde kaldigini hesaplar. Son olarak da diske elektronik olarak kaydedilen bir kisim ek bilgiler sayesinde veri izinin nerede baslayip nerede bittigini bulur.

CD-R’larda bu ek bilgi ATIP (Absolute Time In Pregroove/ Cizimde Mutlak Zaman) adi verilen sistemle kaydedilir. CD-R’in veri izinin uzunlugu, baslangic ve bitisi, maksimum ve minimum yazilabilme hizlari, üretim detaylari, optimal güc ayarlari ve hata düzeltme ayarlari. ATIP, veri izinin titresiminde (wobble) bir frekans oynamasiyla kaydedilir.

Fakat izdeki titresim, veriyi sifrelemek/ kaydetmek icin fiziki anlamda cok hafif ve ince degisiklikler yaptigindan bir DVD’nin yüzeyinde ve CD’ye göre cok daha ince olan veri izinde bu sistemin kullanilmasi cok sagliksiz. Üstelik CD’den daha hassas olan DVD veri izinde lazer kafasinin elektrik akimindan kaynaklanan paraziti ve DVD’yi döndüren motorun ufak titresimleri de kolayca frekans degisimi olarak okuyucu kafa tarafindan yanlis algilanabilirdi.

DVD-R(“dvd dash r”, yani “dvd tire r”) medyalarinda bunu asil titresimden önce “pre-pit”ler koyarak asmayi denediler. Bu “pre-pit”ler asil titresimin hemen önünde ani amplitüt yükselme/alcalmalariyla sivri uclar seklinde yer alip titresimin tamamen fazdan cikmasini sagliyor ve böyle izdeki yerini belirgin ve sabit tutuyorlardi.

Maalesef bu yöntemin bir dezavantaji vardi; eger disk cok hizli döndürülürse veya zarar görmüsse, lazer kafasindan kaynaklanan parazitler yüzünden bu pre-pit’ler “gözden” kacabilirdi ya da aslinda var olmayan yerlerde parazitler “pre-pit” olarak algilanabilirdi. Bu “pre-pit”lerin okunma veya okunabilme süresi 1T(yaklasik olarak bir saniyenin 0.0000000038 kati) bir bilgisayar icin bile kacirilabilecek bir zaman dilimi oldugundan böyle hatalar cok da seyrek olmuyordu.

Pioneer’in 1997 yilinda cikardigi DVD-R standardina karsilik Sony, Thompson, Philips ve Mitsubishi’nin önderligindeki grubun 2002’de piyasaya sürdügü DVD+R standardi izsürümde yeni bir sistem getirdi. Bu yeni sistem DVD-R’ye göre daha saglikli bir wobble izsürümü teknigi ve daha iyi bir hata düzeltme yöntemiyle citayi cok daha yükseltti.

DVD+R’in izsürüm metodunda titresimin(wobble) frekansini degistirmek veya ani ve asiri amplitüt uclari koymak yerine tam faz degisiklikleri kullanildi. Bu sayede hem titresimi bulmak cok kolaylasiyordu (DVD-R’in dezavantaji) hem de titresime veri kaydedilmesi ve kaydedilen verinin okunmasi kolaylasiyordu (CD-R’in dezavantaji). DVD+R’in bu yöntemine ADIP adi verildi (ADdress In Pregroove / Cizimde Mutlak Adres).

ADIP sistemiyle titresimin yönü 180° degiserek yazima devam edilir ( clockwise – counterclockwise). Bu degisim elektrikteki anlamiyla tam bir faz kaymasi olmasa da pratikte ayni islevi görür. Böylece titresimin yeri saglikli bir sekilde bulunur ve yön degisimi belli bir süre sürdügü icin gözden kacma gibi bir tehlike de yoktur.

-devam edecek

PS : http://adterrasperaspera.com/blog/2006/10/30/how-to-choose-cddvd-archival-media/ adresindeki yazinin bir kisminin cevirisidir.

PPS : Özetin özetinin anafikri : dvd+r(w) alin, dvd- ile baslayanlardan uzak durun.

Copyright © 2004-2007 Patrick McFarland
All Rights Reserved.

Thursday, September 6, 2007

the difference between dvd-r and dvd+r and how to choose an archival media

'Arsivleme islemi icin en uygun dijital medya nasil secilir've 'DVD+R(W) ve DVD-R(W)'nin farki tam olarak nedir' sorularinin uzuuuun bir cevabi bu sitede okunabilir.

Wednesday, September 5, 2007

treo 680

treo 680'im sonunda bugün geldi. Gerci cok beklemedim yani sonunda diyip trip atmaya gerek yok.

Her neyse, ilk izlenim : ho$ bi alet.

Treo 650'den daha hafif ve elde daha kücük duruyor, anteni de icine sokuldugu icin daha kolay cebe filan atiliyor. Klavyesi de daha kullanisli olmus.

Su an icin daha SD karti koyamadim icine, eve gidince icine software ve film vs doldurup deneyecegim. Dogal olarak pil ömrü hakkinda da daha saglikli bir bilgim yok.

Belli bir süre kullandiktan ve tüm özelliklerini kesfedip aleti tam kullanisli bir hale soktuktan sonra bir review yazarim. umarim.

---

Tool cuma aksami Istanbul'da konser veriyormus. Süper diyorum. Dünyanin en abarti ve extravagant sahne sovu icin gidilmeli.

Tuesday, September 4, 2007

let's go to the mall

How I Met Your Mother is the most awesome tv series ever! Here's Robin Sparkles' hit music video "Let's Go To The Mall" :


---

Maalesef beklenen (ya da korkulan mi demeliydim) oldu ve A Milli Basketbol takimimiz yine takim niteligini kazanamamis bir sekilde bir turnuvaya daha basladi. Ama Litvanya'ya yenilmemiz pek de sasirtici degildi. Umarim sonrasi iyi olur ve en azindan olimpiyat biletini aliriz.

Monday, September 3, 2007

milli takima basarilar!

Bugün baslayacak olan 35. Avrupa Basketbol Sampiyonasi'nda 12 Dev Adam'a basarilar!